Dans Etmek Tüm Beden Savunmasızlıktır!

Kendimi bildim bileli felsefe, kuantum ve psikolojiyle ilgiliyim. Geçen sene hobimi işim haline getirip, profesyonel olarak koçluk yapmaya başlayınca, baktım bana yeni bir hobi gerek.  Oldum olası da dans etmeyi çok severim, bu senenin başında Latin Dansları okulunda Salsa ve Bachata’ya başladım. Çok da iyi yapmışım! (Bakınız: “Eyvah! Hobim İşim oldu! Girişimcilerin Yeni Bir Hobi Edinmesi 3 Sebep”
Erkek gibi savaşan metropol kadınları ve metroseksüellikten kadına nasıl davranılması gerektiğini unutan erkeklerle dolu plazalardan sonra; kadının kadın gibi, erkeğin erkek gibi olduğu bir yer dans salonları…
Özellikle de Salsa: Tamamen erkeğin yönettiği, ama bunu oldukça nazikçe, çaktırmadan, dışarıdan bakanın gözüne sokmadan yaptığı; kadının da erkeğin komutlarına teslim olup, kendi hareket alanında ise serbest olabildiği ve zarafetle salınabildiği tutkulu bir dans…
Salsa’da kadının işi hem çok zor hem de çok kolay: kendini bırakmak, tamamen karşıdan gelecek komuta güvenip teslim olmak, alışmamış olan için çok zor. Bir de nazikçe söyleyince anlamaz ya insan! Kendini bıraktığında ise, karşıdaki erkeğin senin adına tüm dansı yönlendirmesi, hiçbir şey düşünmene gerek kalmaması, tüm koreografiyi erkek belirlediği için kadının sadece “orada olması” ise işi çok kolaylaştırıyor. Zor olan “sadece orada olabilmek”!
Doğal akışında, doğayla paralel bir şekilde koreografi akıyor. İki vücudun bir gibi, birlikte hareket etmesi, birbirini aynalaması. Ne kadar da hayat gibi! Danstan öğrenip hayata, doğadan öğrenip dansa aktarıyorsun.  Aynı zamanda ne kadar da çelişkili, hayat gibi: Kontrol etmeye çalışırsan, kontrolden çıkıyorsun! Bir bakmışsın hareketleri düşünerek otomatik bir şekilde arka arkaya yapan, teknik olarak doğru ama “Michael Jackson styla” hareketlerle dans eden robotun biri olup çıkmışsın.
Salsa
P.S. Daha önce de soranlar olmuştu Etiler’de Hande Ermiş’in HEP Dans Okulu’na gidiyorum. En iyi dans okulu mu bilemem, çünkü ben başka dans okuluna gitmedim. Hobisini işine dönüştürmüş, işini severek yapan, öğrencileriyle kocaman bir aile oluşturmuş bir insanın enerjisi ve o güzel enerjiye göre hayatın ona gönderdiği insanlarla bir arada ve “kendim gibi” olabilmek benim için en iyi dans okuluna gitmekten daha önemli. “Peki, sen birkaç ay düzenli dersten sonra iyi dans edebiliyor musun?” derseniz: Onu da bilmiyorum. Ne zaman hareketi doğru yaptım mı diye düşünerek dans etsem, kötü dans ediyorum; ne zaman kendimi bıraksam hareketler akıyor ve ben müthiş bir keyif alıyorum, sadece onu biliyorum…
Bir kitapta şöyle bir ifade okumuş ve bayılmıştım: “dans etmek, tüm beden savunmasızlıktır.”  Tüm bedeninle kendini ifade etmeye çalışırken, nasıl gözüktüğünü ve başkalarının hakkında ne düşündüğünü umursamak kadar insanı savunmasız hissettiren bir şey yok diye anlıyorum ben bu sözü. Ve savunmasızlığa giden yol, güvene giden yoldur aynı zamanda. Çünkü güvendiğinde, savunmaya da ihtiyaç duymaz insan. 
Hayatla ve an’da dans edebildiğimiz; şu hayatta doğru mu yaptım diye düşünmeden, kendimiz gibi dans edebildiğimiz günlere!
İyi haftalar,
Ayşe Yazgan

Bu sene sen daha gelmeden bahar temizliğini yaptık, hadi gel artık bahar!

Bahar umuttur…
Bahar başlangıçtır…
Bahar renklidir…
Bahar iyimserdir…
Bahar ılıktır…
Benim de, ülkemin de hiç olmadığı kadar ihtiyacımız var sana bahar! Bu sene sen daha gelmeden bahar temizliğini yaptık,
hadi gel artık bahar!

Benim de, ülkemin de hiç olmadığı kadar ihtiyacımız var sana bahar! Bu sene sen daha gelmeden bahar temizliğini yaptık, hadi gel artık bahar!

Koçluk alan, koçluk yapan ya da hayatının herhangi bir döneminde bir şekilde koçluğa temas etmiş olanlar bilir; koçlukta temel değerler üzerinde çalışılır yoğunlukla. Bizim için en önemli değerleri onurlandırdığımızda daha kaliteli bir yaşam yaşarız zira… Nereden geldim bu konuya söyleyeyim, çünkü tipik bir kova burcu olarak benim en temel değerim özgürlük!

Yaz mevsimi de benim için eşittir  özgürlük:

Okumaya devam et Bu sene sen daha gelmeden bahar temizliğini yaptık, hadi gel artık bahar!

ANNELER GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN!

Fiziksel olarak aramızda olsa da olmasa da hepimiz bir anneden doğduk…
Şu anda anne olsak da olmasak da tüm dişiler olarak anne adayıyız…
Fiziksel olarak yanınızdaysa koşun sarılın; fiziksel olarak yanınızda değilse de en derininizde o sevgiyi hep taşıdığınızı hatırlayın ve içinizdeki tüm anne sevgisine, kendinize sarılın 

Tüm annelerin, anne adaylarının ve annesini içinde taşıyanların anneler günü kutlu olsun!

LİDER SENSİN!

Blogu boşladım sanmayın, dönüşüm muhteşem olucak! Çook şey biriktim geçen sürede, yazı dizisi olarak dönecek hepimize 😉

Bu arada neler biriktirdim derseniz, işte onlardan biri:

Sevgili arkadaşım Gülen Gündüz Yılmaz​ ile “LİDER SENSİN” programını hayatının lideri olmak isteyenler için tasarladık.

Lider olmak iş hayatındaki bir pozisyon değil. Yönetici olmak değil.

LİDER OLMAK HAYATININ SORUMLULUĞUNU ALMAK DEMEK.

“Yaşadığım hayat benim seçimlerimin bir ürünü” diyebilmek.
“Memnun değilsem değişirim, değiştiririm” diyebilmek.
Yönetici de olsanız, bir takım oyuncusu da; lider olabilmek yaşamınızdaki başarı ve mutluluk için çok önemli, bunu biliyoruz.

“Annem değişsin, sevgilim değişsin, arkadaşım değişsin, patronum değişsin!” diye değişimi dışarıda arıyorsan;
Başkalarına bağımlı hale gelip hayatı erteliyorsan gel, İÇİNDEKİ LİDERİ keşfet!

Programın uygun değil mi? O zaman uygun olabilecek arkadaşlarını düşünerek bu post’umuzu paylaşmaya ne dersin?

http://www.ayseyazgan.com/lider-sensin-egitim-programi/

Emeğini Değerini Bilmeyenle Tartışma

Bilgisayarımda bir klasörüm var, beni motive eden güzel yazıları derlediğim. Ara sıra açıp okurum, üzerine ben de bir şeyler karalarım. İlginçtir, tıpkı kitap ve film fallarımda olduğu gibi, hep en ihtiyacım olduğu anda karşıma gereken yazı ya da söz çıkıverir. Artık bir nevi yazılı mesaj oyunu gibi oldu benim için, kendi kendime eğleniyorum işte 🙂

Bugün de bu yazıya denk geldim, iyiye ya da kötüye odaklanmanın farkını ve eleştirinin neye hizmet ettiğini çok iyi özetliyor.

KİLİT SORU: Yapılan eleştiri kusurları ortaya çıkarmak için mi yapılmış, yoksa bir iyileştirme önermesi içeriyor mu? Yani, bu eleştirin birilerinin egosuna mı hizmet ediyor, yoksa birilerine fayda mı sağlayacak?

Hikayenin özü: emeğinizi de, değerinizi de olmayacak kişilere mıncıklatmayın ki, boş yere kendinizden şüphe etmeyin!

İyi haftalar,

Ayşe Yazgan

Hintli büyük bir ressamın öğrencisi eğitimini tamamlamış. Büyük usta öğrencisini uğurlarken, yaptığı resmi şehrin en kalabalık meydanına koymasını ve yanına da kırmızı bir kalem bırakmasını, halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı iliştirmesini istemiş. 

Öğrenci birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde resmin çarpılar içinde olduğunu görmüş. Üzüntüyle ustasına gitmiş. Usta ressam üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Öğrenci resmi yeniden yapmış. 

Usta yine resmi şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş fakat bu kez yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde boya ile birkaç fırça koymasını ve yanına da insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile bırakmasını önermiş. Öğrenci denileni yapmış.  Birkaç gün sonra bakmış ki resmine hiç dokunulmamış. Sevinçle ustasına koşmuş. 

Usta ressam şöyle demiş:
“İlkinde insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.

İkincisinde onlardan yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir.  Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye cesaret edemedi. 

Emeğinin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın. Bu nedenle emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma.”

Çalışma odasından nerelere: Baba ben koç olmaya karar verdim!

Çok sevgili bir dostumun bloguna konuk olmuş çalışma odam. Yazıyı görene kadar ne yazıdan, ne de o fotoğrafların çekildiğinden haberim vardı doğrusu 🙂 İçinden gelmiş yazıvermiş, ne de iyi etmiş. İçtenliği ve bana hatırlattıkları için Zeynep‘e çok teşekkür ediyorum buradan.

Yazıyı okuyunca 1.5 yıl öncesine gittim. İnsan nasıl da unutuyor bazı şeyleri. İlk işi bırakmaya karar verdiğimde babamla aramızda geçen bir diyalogu hatırlattı bana.

Ben: Baba ben işi bırakmaya karar verdim. Koçluk yapacağım, eğitimler vereceğim. Dünyaya dair daha çok şey öğrenmek ve dünyayla daha çok şey paylaşmak istiyorum.

Babam: N’oldu kızım işinde bir sorun vardı da bizim mi haberimiz yoktu? Çok iyiydin sen işinde, hem severdin de???!!”

Ben: Severdim de, bir şeyler eksik işte baba. Hayat başka yerlere çağırıyor adeta beni.

Babam: Hayat kim, nereye çağırıyor??? Hem neymiş ki bu koçluk? Sen de hep kimsenin yapmadığı işleri buluyorsun.

Ben: Daha iyi değil mi baba? Herkesin yaptığı işi herkes yapıyor zaten.

Babam: O da doğru gerçi…

Ben: ?????! O kadar mı kararlı söyledim sahi?! Bu kadar kolay kabul etmeni beklemiyordum açıkçası.

Ne yalan söyleyeyim bu kadar kolay desteklenmeyi beklemiyordum. Babama o cevabı verebilmiştim çünkü itirazlara karşı kararımı savunmaya hazırdım da kabul görünce bu sefer içime bir parça kuşku düştü: babam haklı olabilir miydi, deliriyor muydum acaba?

Annem girdi o sırada araya, ve bir daha hiç kuşku duymadım kararımdan. Belki bazı şeyler yolunda gitmeyecekti, ama hiçbir şey de beni yolumdan edemeyecekti artık! 

Annem: Sen küçüklüğünden beri böyleydin, bir gün bu yola gireceğin belliydi. Ne kadar erken girersen, şimdiden kendinin patronu olur, ileride o kadar rahat edersin. Çok hızlı ilerledin iş hayatında, hep önden gittin. Daha da yükseldikçe daha da rahata alışırsın, o rahatı bırakması zorlaşır.

Babam: Ben koçluk nedir bilmem kızım, ben seni bilirim. Annen haklı, öyle kararlı anlatıyorsun ki belli sen zaten kafana koymuşsun. Ve sen kafana koyduğunu yaparsın. Yolun açık olsun kızım…

Aradan geçen 1.5 sene zarfında, hala tam olarak ne yaptığımı anlayamamış olmasına rağmen babamla, 13 yaşındaki yeğenim arasında geçen bir diyalog gözlerimi yaşarttı doğrusu:

Mert: Ben ileride ya avukat ya da koç olmayı düşünüyorum.

Babam: Bence koç ol sen de teyzen gibi, avukat çok var. (!)

İşte hayat böyle bir şey. Sen kararlı olunca, sevenlerin başta karşı çıksalar bile, sırf sen olduğun için en büyük destekçin oluveriyor.

Zeynep’in yazısı sayesinde çok içten şükrettim tüm aileme, bana ben olduğum için arka çıktıkları için. Başarıma ya da mesleğime değil, bana ve benim inancıma inandıkları için. Onlar için çok zor oluyor bazen farkındayım, anlatamadıkları bir mesleği olan ve geleneksel yolu seçmeyen bir küçük baş belaları var. Her halimle kabul görmenin verdiği güven için ne kadar teşekkür etsem az…

Dilerim bir gün herkes yüreğinin sesini dinleyebilir ve arkasında yüzlerce destekçi bulur, sırf kendisi olduğu için.

Zeynep’in blogu şıkır şıkır bu arada, hayırlı olsun ve yolu açık olsun. İşte Zeynep’in blogu ve çalışma odam: http://2cities1woman.com/calisma-odasi/ 

Sevgiler,

Ayşe Yazgan

ASKIDA İYİLİK: Gönülden Gönüle…

Askıda kavramını düğünlerde takılan takı adetine benzetiyorum: insan o an yakın olan bir arkadaşının, ya da birlikte çalıştığı bir iş arkadaşının düğününe gider, adettendir takısını takar. Kendisi evlendiğinde ise, aradan belki de yıllar geçmiş, o yıllar sizi ayrı yollara götürmüş, ya da siz evlenmemişsinizdir ve o sizin düğününüzde bulunamamıştır. Fakat sizin düğününüzde de aynı şekilde, daha önce takı takmadığınız, belki de sadece saatlerce aynı masada çalıştığınız ama işinizi değiştirdiğinizde bir daha görmeyeceğiniz insanlar takı takar; ya da hiç ummadığınız bir anda hayatınıza bir anlam katar, yardımınıza koşar.
Sistem böyle yürür gider… O an gerektirdiği için, o an içinden öyle geldiği için yaparsın; karşılığını beklemeden. 
Yapılan iyilikler de böyledir işte, sen birine yaparsın. O kişi başka birine. Unutursun gider. Başka bir zamanda, başka bir şekilde aynı iyiliği sana biri yapıverir bir anda.
KURAL, İYİLİĞİ ORTADA BİR HAVUZA ATMAKTIR, KİŞİYE YA DA DURUMA DEĞİL. Aynı şekilde, aynı anda ya da aynı kişiden gelmez her zaman karşılık ama HEP BİR ŞEKİLDE GELİR çünkü hayat debit-credit hesabı çalışır ve hayat iyi bir muhasebecidir, asla hesabı açıkta bırakmaz 🙂 
Öyle bir anda, öyle beklenmedik bir kişiden geliverir ki en ihtiyacınız olduğu anda, başınızı yukarı kaldırıp göz kırpasınız geliverir, denemeye ne dersiniz?
DAHA İYİ BİR HAYAT YAŞAYABİLİRSİN! BUGÜN BEKLENTİSİZ BİR İYİLİK YAP, HAVUZA AT!

Meslektaşım ve pek sevgili dostum Gülen Gündüz Yılmaz ile 10 Ocak’ta havuza bir iyilik attık. TEGV Yeniköy Öğrenim Birimi’ndeki yeni eğitim programımıza başladık, bu sefer çocuklara eğitim veren gönüllülerle. Aynı havuza iyilik atan diğer insanlarla; çok anlamlı bir gün yaşadık. Eğitim gönüllüleri, çocuklara öğretecekleri şeyi önce kendilerinde bulmak için “kendilerine” söz verdiler. Açtılar kocaman gönüllerini, aldılar bizi içeri 🙏

GÖNÜLDEN GÖNÜLE TEŞEKKÜR: Gönüllü olarak çalışırken, önce kendi üzerlerinde çalışma sorumluluğunu alan tüm kocaman yüreklere, Yeniköy Öğrenim Birimi Sorumlusu Nazan Akbaş’a ve tüm TEGV gönüllülerine sonsuz teşekkürler, GÖNÜLDEN YAŞAMANIN keyfini bir kez daha yaşattıkları için…

İkisi de çok kolay: Duyarsız kalmak da, bir tuşa basıp bir hayata dokunmak da: seçim sizin!

Change.org‘da güzel şeyler yapılıyor, az önce bir annenin otizmli çocuğu için başlattığı Eğitim Ayrımcılığına son adlı kampanyasını imzaladım. Konu hem eğitim, hem otizim, hem çocuk. Hepsinin yeri çok ayrı, çok özel bende. Neden diye sormayın: bazı şeyler anlatılmaz, içeride bir yerde bilinir. Ben de öyle mantık dışı bir şekilde biliyorum işte: benim yolum bu konulardan geçiyor.

İmza attıktan sonra bir mesaj açıldı, annenin kampanyaya katılanlara yazdığı bir mektup. Gözlerim dolu dolu okudum, ta yüreğimin içinde bir yere değdi kelimeleri. Bilgisayar tuşundan ekrana yansıyan ve başka bir ekranda okuduğum algoritmik harfler nasıl olur da insanın yüreğine bu kadar dokunur şaşıyorum. Sonra da hala şaşırmama şaşırıyorum… “Bağzı” şeylerde mantık aranmaması gerektiğini defalarca tecrübe etmeme rağmen, eski alışkanlık işte yine mantık arıyorum.

“Öğrenciliğimde sevdiğim derslere çoğu zaman fazladan çalışmam bile gerekmedi. Dersi yaşamak ve severek takip etmek sınavı geçmeme yetiyordu. Öğretmenime güvendiğim, öğrettiklerine inandığım anda başarım garanti oluyordu. Ama okulda cesaret üzerine bir ders yoktu…

Yıllar sonra, hayatta pek çok aşamayı geçtiğimi düşündüğüm bir dönemde, bildiklerimin büyük bir sürprizle hayatıma giren oğlum Ozan’ın bana öğrettiklerin yanında ne kadar aciz kaldığını fark edecektim. O doğduğunda, ilk on gün, nerdeyse 24 saat, başında ağlayarak Allah’a “beni bu hediyeye layık görmesi için ne yaptığımı” sorup durdum. İlk göz göze geldiğimiz andan itibaren bir daha hiç kopmayacak bir bağ kuruldu. Yeni öğretmenimle böyle tanıştım.

Ozan sakin bir bebekti ama derin bakışları vardı. Anlıyor ama itiraz etmiyor gibiydi. Onun derin bir kabulleniş hali vardı. Ama bu sevdiği şeylere tutkuyla yaklaşmasını engellemiyordu. 

Sanırım bir zamanlar “uzaktan cesur” olan ben, otizmden “gerçek cesaret” konusunda çok şey öğrendim.

Otizm bana elinde bir ateş topu varmış gibi hissederken bile kızgın olmamayı, kendini hiç eğilmez bir ağaç sanırken bile eğilmeyi ama kırılmamayı öğretti.

Otizm bana kendimi öğretti. Beni yok etti, seni öğretti.”

Mektubumun tamamını şuradan okuyabilirsiniz, hatta umarım imza atar da linkten değil bizzat size gelen mektubu okursunuz.

Çok başka şeyler yapmak ve yazmak için açmıştım bilgisayarı. İşte hayat böyle bir şey, Ozan’la tanışmam, sizlere tanıtmam gerekiyormuş demek ki…

Duyarsız kalmak da çok kolay, bir tuşa basıp bir hayata dokunmak da: seçim sizin! 

Umarım Ozan’lardan bir şeyler de biz öğrenebiliriz şu hayatta, çünkü gerçek dostlar kromozom sayısına bakmaz.

İyi haftalar,

Ayşe Yazgan

Kampanyaya imza atmak için hadi hemen tıklayın.

“Adım Sedef Erken. 8,5 yaşında bir oğlum var. Onun adı da Ozan.

Benim oğlum dünyaya otizmli olarak geldi.

Ozan, dünyanın başka bir yerinde doğsaydı herkes gibi eğitim hakkı olacaktı.

Ama Türkiye’de işler farklı. Oğlum 3 yıl önce özel bir anaokuluna, otizmli olduğu gerekçesiyle alınmadı. Oğlumun eğitim hakkı elinden alındı ve ayrımcılık yapıldı. Elbette yasal yollara başvurduk. Sonuç: takipsizlik! 3 yıl süren zorlu hukuk mücadelesinin her ayrıntısını anlatıp vaktini almayacağım.

Geçen haftalarda Strasbourg’dayım. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) oğlumun davasını kabul etti. Bu benim için o kadar önemli ki. Giriştiğimiz bu mücadele Türkiye’de bir ilk. Eğer başarırsak bu tüm otizmliler için bir umut ışığı olacak. Konuya dikkat çekmek için burada çadır kurdum. Biliyorum ki hangi anne olsa aynı şeyi yapmak isterdi.

Ben uçağa atlayıp buraya tek başıma geldim ama şu ana kadar imza atarak Ozan’a ve bana yardım eden 103 binden fazla kişi sayesinde kendimi  daha güçlü hissediyorum.

Kampanyamda bana yardım edersen birlikte tüm otizmlilerin hayatını değiştirecek bir fırsat yaratabiliriz. Bu ayrımcılık artık son bulmalı.”

Öğrenmek mi Ezberlemek mi? Polymathos mu Botnes mi?

Kasım ayı eğitim aldım, eğitim verdim, yeni projeler derken nasıl geçti anlamadım. Aralık ayı ise Koçluk Zirvesi ve Felsefe öğrenciliğimin ilk sınavlarıyla oldukça hızlı başladı. Bazen zamanı kaybetmek gerek, zamanının kıymetini bulmak için diye avunuyorum…

Koçluk Zirvesi’nde sonra Felsefe öğrencisi olarak ilk sınavlarıma çalışmaya başladım. Aldım elime renkli kalemlerimi ve kahvemi, keyifle çalışmaya koyuldum. Dersler Uygarlık Tarihi, Sosyal Politika, Kent ve Kültürün yer aldığı Sosyal Bilimler ve en sevdiklerim Sosyoloji, Psikoloji ve Felsefe. Daha önce zaten okumuş olduklarımı bu sefer farklı bir gözle derinlemesine okuyor, konular arası bağlantıları kura kura oldukça keyifle çalışıyorum. Sonra bir deneme testi çözüyorum ve işte o acı gerçek: ezbere dayalı sınav sistemini unutmuşum ben! Sınavı geçmek için değil, öğrenmek için okuyorum. Ben başka bir boyutta, başka bir yerdeyim; eğitim sistemi başka bir yerde. Herakleitos’un deyimiyle bana bilgi yığıyorlar, bense derinlemesine anlamaya çalışıyorum. İkilemdeyim! Sınavı mı geçmeli, yani yığılmış bu bilgileri ezberlemeli mi yoksa botnes durumuna mı geçmeli yani bilgileri derinlemesine mi anlamalı? 

Ama sınavda çıkacak konu çok, zaman dar! Üstüne üstlük konular derin. Milattan önce yazılan destanlar, yapılan felsefeler nasıl da bugünü anlatıyor diye heyecanla okuyorum. Kelimeler değişse de, anlatılan öz değişmiyor (Words may change, but the essence stays the same) sözünü hatırlıyorum: yıllardır aynı şeyleri konuşuyor, anlatıyor, anlamaya çalışıyor insanlar. Konuları birbirine bağlıyor, günlük hayata nasıl uyarlanabileceğini düşüne düşüne okuyorum. Vakit iyice daralıyor! Ben bunları düşünürken, deneme testinde aşağıdaki destanların hangisinin Akkadça olduğu soruluyor! Mantık error veriyor…

Uygarlığın ortaya çıkışını, kent ve kültürle ilişkisini anlamaya çalışan kaç genç zihin aşağıdakilerden hangisinin Sümer krallarından biri olduğunu bilmek için tüm kralları ezberlemesi gerekiyor? Toplum davranışını anlamak için insan psikolojisini anlamaya çalışan kaç zihin beyin sapındaki tüm nörotransmitterları ezberlemek zorunda kalıyor? Merak ediyorum, mantık yine error veriyor…

Herakleitos’a göre çok bilmek, yani polymathos yerine derinlemesine bilmek anlamına gelen botnes durumu önemsenmelidir. Çünkü ona göre filozof olmak, diğer bir deyişle bilge olmak için anlamak, çoğaltmak, üretmek, bir anlamda yapıyı yoğurmak gerekir. Herakleitos çok şey bilmeyi (polymathos) yani pasif bir tutumla bilgi biriktirme ve yığmayı eleştirir. Bunun yerine insanın bilgiyi aktif bir biçimde edinmesi, evren hakkında derinlikli bir bilgeliğe ulaşması amacını öne çıkarır.

Bugünün gündemi, sınavsız atamalar ve hayat tarzına uygun eğitim. Hadi ben şanslıyım, kendi seçimim olduğunun ve ilgi alanımın farkındayım, seçerek okuyorum. Peki ya sınavsız atamaların olduğu iddiası varken, KPSS’ye girenler ne yapsın? Osmanlıca’yı okumak zorunda kalan öğrenciler ne yapsın? Seçecek olanlar için hangi ülkeye gittiklerinde geçerli olacak bu dil, hangi kaynaklara ulaşmalarını sağlayacak Osmanlıca okumak? İnsan Hakları dersinin kalktığı bir sistemde, “önce insan” olmaktan nasıl bahsedeceğiz şimdi biz? Temel haklarını dahi bilmeyen kişi, nasıl sorgulayabilir sistemi?

Bize dayatılan şeyler gerçekten bizim için, toplum için iyi olan şeyler mi? Sistemin şu anda bunu gerektiriyor olması, doğru olduğu anlamına gelir mi? Çokluk gerçek bir ölçü müdür? Çok olmak mı yoksa iyi ve adil olmak mı önemlidir?

Hani otomatiğe bağlamadan yaşayalım, günün modası lafıyla “an’ı yaşayalım” diyoruz ya? Ders çalışırken, bir bilgiyi, bir yazıyı okurken otomatik kalıplarımıza gitmeden gerçekten anlayabiliyor muyuz? Yoksa genel yargılarımıza mı kapılıyoruz? Hayatta hep bir sınav var ya hani, biz o sınavı geçmeye mi çalışıyoruz yoksa gerçekten anlıyor muyuz olanı biteni?

Amacım bilgi yığmak değil, bir düşünce kasını uyarmak. Çünkü “Delfi’deki Tanrıça ne konuşur ne de saklar, o sadece işaret eder.”Herakleitos

Daha iyi bir hayat yaşayabilirsin, sorgulamaya bugün başla!

İyi haftalar,

Ayşe Yazgan

P.S. Ben ders çalışma telaşesindeyken, yeğenim de benim bilgisayarımda çalışıyordu ve kendi blogunda paylaşmak üzerine bir yazıyı yanlışlıkla benim blogumdan paylaşmış, bu sevimli karışıklık için kusura bakmayın. Moda üzerine yazmadığım doğrudur 🙂

Paylaşıyorum öyleyse varım!

I share therefore I am! Paylaşıyorum öyleyse varım!

Yeni çağın trendi paylaşmak. Peki neyi paylaşıyoruz? Fotoğrafları, videoları ve yazıları. Yani gördüklerimizi, deneyimlediklerimizi ve düşündüklerimizi.

I can be googled, therefore I am.

Oysa öyle mi kokular ve hisler? Paylaşamıyoruz dokunduklarımızı, kokladıklarımızı. O kokunun, o dokunuşun verdiği hissin aynısını yaşatamıyoruz kimseye. Fotoğraf ve videoda, gördüklerimizi paylaşıyoruz da ne kadarını karşımızdaki gerçekten görüyor, tartışılır…

Ihlamur kokar mesela benim sokağım. Şehrin ortasında, şehrin gürültüsünden; dolmuşundan, kornasından uzak, ağaçların ve kuş seslerinin içinde olduğu için aşık olduğum, ıhlamur kokulu sokaktaki evim.

O kokuyu, bana verdiği hissi bir yere depolayıp kimseye gönderemem; paylaşamam. Paylaşabilsem de paylaşmak ister miyim herkesle; o da tartışılır…

Kim bilir belki bir gün feelstagram, smellstagram ya da touchbook diye bir şey çıkar. Açarız bir fotoğrafı ve koklarız fotoğraftaki çiçeği; dokunuruz bir köpeğe ya da bir çocuğun saçlarına bir videodan. Ama o zamana kadar iyi ki şiir var:

“Bilmek, soyut ve geçici bir uzlaşma alanı tanımlamaktır… İletişimde kimi mesajlar yerine ulaşmadığı için şiire ihtiyaç doğar… Bütünlük ve etkileşim duygusunun dağıldığı yerde, bütünle aramızdaki mesafeyi kapatma hasretimizi kamçılayan bir bilinçlilik durumudur şiir…”

Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda?

Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma, elinizle?

Bilmezdim şarkıların bukadar güzel,

Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu,

Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var biliyorum;

Her şeyi söylemek mümkün;

Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;

Anlatamıyorum…

Orhan Veli Kanık- Anlatamıyorum. 

Hem paylaşabildiğimiz, hem de hissedebildiğimiz günlere!

Ayşe Yazgan

Kelimelerin ardındaki gerçekler: Karamsar mı, Kötümser mi?

Karamsarlık ve kötümserlik. Onca benzemelerine rağmen aralarındaki kocaman bir çizgiyle ayrılan iki kelime. Sözlükler bile kanıyor benzemelerine, eş anlamlı damgasını basıyor hemen.

Oysa felsefi tanımları ve hakikatları bambaşka.

Karamsarlıkla kötümserliği karıştırmamak için, kendi hakikatindeki tanımını iyi yapmalı insan. Sonra bir bakmışsınız, o tanımlayamadığınız kelimeleriniz sizi tanımlar olmuş!

Bir tutam kötümserlik, iyimserlikle iyi gider; karşıtlar birbirini dengeler. Karşıtların birarada var olması nesnelliğe götürür insanı. Kötümserlik, gerçekçi bir analiz için gereklidir de; insanı tedbirli kılar. Herhangi bir durumun, kötü olabilecek sonuçlarına karşı başa çıkabilme yeteneğini geliştirir.

Oysa karamsarlık evlerden uzak olsun! Bir ruh durumudur; geleceğin kara olacağına inanma halidir. Karamsarlığın, insanı edilginleştiren, eyleme geçmesini engelleyen hali; zarar verici ve teslimiyeti haklılaştırıcı bir etkiye yol açabilir.

karamsarlık kötümserlik

Karamsarlık, neredeyse bütün umutların kesildiği, herhangi bir ışık görül(e)meyen bir durumun anlatımıdır, daha çok da bir tür ruh durumudur. Kötümserlik ise verili koşulları az çok nesnel bir yaklaşımla irdeledikten sonra, kısa ya da uzun, ama mutlaka sınırlı bir zaman dilimi için, olumlu beklentiler içinde ol(a)mamak ile ilgilidir.”

Belki bugün, sık kullandığınız olumsuz bir kelimeyi seçip, onu kullanırken “gerçekte ve kendi hakikatimde neyi kast ederek kullandım?” “Bu kelimeyi kullanırken karamsar mıydım yoksa kötümser mi?” dersiniz ha, ne dersiniz? 

Daha iyi bir hayat yaşayabilirsin! Kelimelerini, sendeki hakikatini duyarak kullanmaya bugün başla!

Dilerim iyimser ve gerçekçi bir Çarşamba olsun.

Ayşe Yazgan